1 Nisan 2024 Pazartesi

possession

 POSSESSİON

Merhaba sevgili okurlarım, yeni bir haftaya yeni bir film yorumuyla tekrardan karşınızdayım. Geçen hafta işlemiş olduğumuz renkli, cıvıl cıvıl filmden sonra bu hafta da tam tersi olarak kasvet, korku, gerilim içeren filmi konu alacağız. Kahvenizi ve atıştırmalığınızı şimdiden hazırlayın derim. Bu haftaki konu filmimiz başlıkta da geçtiği gibi Possession ( saplantı) filmi ile birlikteyiz. Andrezj Zulawski'nin yönettiği bu film, adeta bir ödeve başlamak gibiydi. Yani yorucu. En son ne zaman bu kadar yorucu bir film izlediğimi hatırlamıyorum.

Saplantıyı anlamak için öncelikle yönetmenin karısından boşandığını ve Sovyet Rusya'dan kaçtığını bilmek iyi olur çünkü bir insanın böyle bir film çekebilmesi için sahiden Sovyet Rusya tarafından delirtilmesi bir de eşinden boşanması gerekir...

Film, sizi evlilikten soğutmak için ve bolca tetikleyici sahne barındırarak güzelce çekilmiş.
Hikaye, başrol kadının başrol adamı aldattığını itiraf etmesiyle başlıyor. Bu evliliğin bir çaba göstermeye değip değmediği konusunda ne kadar kararsız olduğundan bahsediyor. Başrol adam da tabi aldatılmanın acısını etrafından çıkarmaya başlıyor, bir yandan da karısı kendisini yeniden sevmesi için ikna etmeye çalışıyor. Yani her şeyi deniyor.
başrol adam da ilerleyen sahnelerde karısına tıpa tıp benzeyen kadınla beraber oluyor aynı durum başrol kadında da gerçekleşiyor. yani kısaca evliliğin ne kadar iğrenç bir şey olduğunu bize kanıtlamak için elinden geleni yapmış.
Bu karı koca neden  eşlerine tıpa tıp benzeyen kişilerle beraber olduğunun cevabını finalde veriyor ama üstü kapalı bir şekilde veriyor. 







Herkes farklı bir sonuç çıkarttı ama ben kendi çıkarttığım sonucu söylemek isterim.
İşi ciddiye almak gerekirse ben bu filmde birbirlerinin ' daha iyi' versiyonlarıyla birlikte olmak isteyen iki insan gördüm.
Daha da açık konuşmak gerekirse, kafamızdaki kişiye aşık olduğumuzu gördüm. Kafamızdan yarattığımız o kişiye aşık oluyoruz ve bir süre sonra ona öyle büyük bir saplantıyla bağlanıyoruz ki gerçeklikten iğrenmeye başlıyoruz. Bunu en iyi gördüğüm sahne Anna'nın kocasına ''Artık senden iğreniyorum'' dediği sahneydi. Aldatan kendisiydi, niye iğrendi? Çünkü kafasındaki kişiyi arzulamıştı ve saplantı sona erdiğinde aşkta sona erdi. Birbirlerine itiraf etmek istemiyorlar fakat ikisinin de evlilikten beklentileri hep üst düzeye çıkıyor. Bir süre sonra bu beklentiler karşılanmayacak boyuta geliyor. İki çeşit saplantı örneği görüyorum bu filmde;

Birincisi, önce birine evlenecek kadar büyük bir bağlılık duyup sonrasında aniden soğuması. Aşk sandığı o duygudan, insandan kontrolsüzce uzaklaşması ve bu hastalıklı hislerinin kaynağından ( karşısındaki insandan) iğrenmeye başlaması.  Aniden başlar ve aniden biter, geriye sevgiye dair hiçbir şey kalmaz zaten bu gerçekten bir sevgi midir yoksa en başından beri hastalıklı bir bağlanma örneği miydi?

İkincisi ise, çok ısrarcı ve gurursuz bir şekilde kendisini aldatan kadını yanında istemesi. Yine sevdiğinden yaptığı bir şey değil bu. Ona karşı duyduğu hastalıklı bağımlılığını gösteriyor bize. 

Andrezj Zulawski gerçekten bir sanat filmi mi yaptı yoksa saçmalıktan ibaret bir film mi çekti de 'sanat' mı dedik hiç bir fikrim yok.
Benim gördüğüm şeyle sizin gördüğünüz şey tamamen farklı olabilir. Çünkü bu filmin bir tane yorumu olabileceğini zannetmiyorum. yönetmen de bunu amaçlamıştır muhtemelen. Her şey metaforlar üzerine kurulmuş gibi görünüyor.
Çünkü bir bakıyorum kendilerini ekmek bıçağıyla kesiyorlar bir bakıyorum  canavar benzeri yaratıklarla cinsel bir müzakere ben korkunç bir film faciası mı yoksa sanatsal bir film mi izliyorum anlayamadım.

Bu hafta ki film yorumumu beğendiniz mi? umarım aklınızda ki sorulara cevap olabilmişimdir. Bir sonraki hafta yep yeni bir film yorumuyla tekrar görüşmek üzere bloğuma ve bana çokça sevgi besleyin. 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Re/member

 Re/member Merhaba sevgili okurlarım bu serimizin son yazısıyla birlikte karşınızdayım. Bir veda olarak düşünebilirsiniz. Serimizin son konu...